Yüce Dost ‘a (Şeyhul Ekber İbn-i Arabi)
Yüce Dost ‘a (Şeyhul Ekber İbn-i Arabi)
Ayrılış günü yüklemediler bir şey
alaca tüylü develere
en son o ayrıldı
haykırdım tutamadım kendimi
uzaklara gitme diye
ey benim iki gözüm, canım
Kesib’e mutlaka uğra
yönel Lâ’lâ tepesine doğru
ve Yelemlem sularını ara
çünkü en iyi bildiklerin yaşıyorlar orada
orucumu, haccımı, umrelerimi, bayramlarımı, her şeyimi
feda ettim ben onlara..
unutamam hiçbir zaman ne Mina’daki ne Muhassab’daki o güzel günlerimizi
ne zemzemde içtiğimiz suları
ne de konuştuğumuz o tatlı sözleri
onların Muhassab’ı benim kalbim şimdi
ey develerin sürücüsü!
eğer uğrarsan bir gün Hacir’e
durdur hayvanları biraz
bir selam ver
çünkü öyle özlemişler ki seni
dönmüşler çılgına
Da’d’ı, Rebab’ı ve Zeyneb’i bağır orda
Hind’i, Selmâ’yı ve Lübna’yı
bağır ve dinle aynı anda..
umutla bekleyiş de gitti, sabır da gitti
çünkü onlar gittiler
gittiler..
oysa ki onlar kalbimin en gizli yerine yerleşmiştiler
yağmur damlaları ince ince iniyor bulutların arasından
tıpkı sevgilisinden ayrıldığı için üzgün bir aşığın gözyaşları gibi
senden lütuf ve ihsan isteyen herkese bereket yağmuru yağıyor
şimşeklerin çakıyor ama
bana bir damla yağmur yağmıyor
doğuda gördü şimşeğin parladığını ve özledi doğuyu
benim derdim şimşekle ve şimşeğin parıltısıyla
işim yok, ilgim yok
ne mekanla ne yerle ne zamanla
Sabâ rüzgarı onlardan bir söz fısıldadı kulağıma
çılgınca düşüncelerden, vecdimden, hüznümden, kederimden söz etti bana…
dedi ki;
“sevdiğin göğüs kemiklerinin arasındadır
nefeslerin onu bir o yana, bir bu yana atmaktadır”
bir zamanlar onların oturduğu yerlerde dur
ağla şimdi bu harabelere
hani nerde sevenleri, sevilenleri
hani nerde alaca tüylü develeri
gel de bir bak, nasıl geçip gidiyor çölde akşamın buğuları
tıpkı serap içindeki bahçeler gibi görürsün onları
anam babam feda olsun onun yoluna
kurban olayım Allah’tan gelen en güzel ceylana
ki şu an gezinmekte göğüs kafesimin derinliklerinde
güven ve huzur içinde
ey dostlarım tutun burada bağlayın beni
bir kez göreyim dünya gözüyle o sevgilinin evini
rüzgarlar savruluyor şimdi dört bir yanda geceleri
tavaf ediyor güzel kızlar, cinler, melekler
dillerinde Allah isimleri..
anlatın bana öyküsünü durmayın
Hind’in ve Lübna’nın, Selmâ’nın, Süleymân’ın, Zeyneb’in ve İnan’ın
sonra Hacir’den Zelud’dan bir haber getirin bana
o ceylanların otlağından
Tahmed’in taşlı ve sert topraklarına doğru çevir yönünü
ordadır taptaze filizler, dallar, ıslak çayırlar
orda gösterirler sana ani parıltılarını şimşekler
sabah akşam hiç durmadan bulutlar
işte o diyardan geçerler..
saba rüzgarı anlatıyor gençlik günlerimizi
Hacir’de, Mina’da, Kûba’da geçen günlerimizi
kum tepelerinde ve otlakların yanında, dere boylarında,
Lâ’lâ tepesinde
ki ceylanlar gelirdi oraya..
sakın şaşırma
bu güzelliklere çılgınca aşık bu ihtiyara
ne zaman bir kumru ötse
hemen sevgilisini hatırlayana
sevinçlere boğulup kendinden geçene
yok olana…
El-Useyl’de, en-Naka’da yalnız başıma bıraktılar beni
gözyaşları içine boğuldum, yandım, yakıldım
ayrılacak diye korkusundan öldüğüm sevgili uğruna
feda olsun anam babam
hele dönüp bir baksana
kurmuşlar çadırlarını vadinin sağında
ey vadi
Allah aşkına
ne güzel şeyler taşıyorsun bağrında
ne güzel insanlar toplamışsın
onlar benim sesim soluğum canım ciğerim
onlar benim canımın içi, ciğerimin paresi
eğer ölmezsem aşkımdan Hacir’de, Sel’ı’da, Ecyad’da
istemem yok olsun
böyle aşk, böyle sevda…
ne zemzemde içtiğimiz suları
ne de konuştuğumuz o tatlı sözleri
onların Muhassab’ı benim kalbim şimdi
ey develerin sürücüsü!
eğer uğrarsan bir gün Hacir’e
durdur hayvanları biraz
bir selam ver
İbn Arabi – Arzuların Tercümanı